Hayatın
bir ritmi varsa eğer bu benim için zaman zaman blues zaman zaman rock’ n roll
ama her zaman jazz. Rock ‘ n roll ‘ un o insanı kıpırdatan gitar tınıları,
blues’ un o parmakları şıkırdatan ezgileri hepsi bir yana hayatın sesi benim
için kendi içinde her zaman jazz. Çünkü, aslında hareketli, hızlı dediğimiz her
şey kendi içinde akustik, bir saksafon tınısında onu hızlandıran biz
insanlarız. Hem çıplak sesle fazla enstrüman olmadan bir piyano, bir saksafon,
bir akustik gitarın arasında sesini duyurmak o şarkıya ahengi gırtlağınla
vermek kolay değildir! Güç ister, yeterlilik ister, eğitim ister, cesaret ister
ve farklılık ister yani aslında biz insanlarda da böyle değil mi? Milyarlarca
benzerimiz içinden fark edilmek için ayırt
edilecek özelliklere sahip olmamız gerekiyor değil mi? Yoksa uçaktan
baktığımızda görülen o nokta şekillerden gerçek üç boyutlu yansımadan ne
farkımız kalır ki?
Hem
hayatın jazz olmasının bir nedeni de
jazz cool’ dur ama bu ona seksilik katar “bak ben buradayım” diye
bağırıp kendini göstermeye çalışmadan cazibenle büyülemektedir yani. Bir el hareketi,
bir göz süzmesiyle… zarafettir yani ;)
Gürültünün
arkasına gizlenmeden tüm yalınlığınla bedenini konuşturabilmektir. Dinlenirken
diğerleri gibi bira ve cipsle hızla tüketilmeden, şarap ve ya kahveyle yudum
yudum içselleştirilerek hazmedilir. Sarhoşluk yanındaki alkolden değli tınıdaki
etkidendir bu yüzden de güç sahibidir. Yani pahalı markalara, makyaja ihtiyaç
duymadan kendinle etki bırakmaktır.
Ehh bu yazı bir Frank Sinatra ile bitmese eksik kalırdı değil ama :)